Vefa, îmanın bir gereğidir. Kendisinde bir şekilde emeği bulunanları daima hatırlamak, ne olursa olsun onları daima baş tacı yapabilmektir. Ehl-i sadâkatin halidir. İyi günde olduğu gibi zor günlerde de sahip çıkabilmektir. Bu hali Risâle-i Nur'da, Üstadlarında ve talebelerinde çoklukla görmekteyiz.
Aksi vefasızlıktır, iman zafiyetidir.
Bize Bediüzzaman Hazretleri, bu vefa hissini bir kıssa ile telkin etmektedir. Şöyle ki: Bir zaman, müslim olmayan bir zat, tarikatten hilâfet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş. O zat ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: "İşte beni anladın." O da dedi: "Madem senin irşadınla bu makamı buldum; seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birden bire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakikî kalmış.
Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor. Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe'nidir. (Şualar)"
Allahım, bizi ve neslimizi daima vefa ehlinden eyle.. Âmin..
Allahım, bizi ve neslimizi daima vefa ehlinden eyle.. Âmin..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder