31 Ekim 2010 Pazar

Aşk gibi, belki daha keskin

Aşktır muhabbetin koyusu, derinlik sahibi.
Aşktır insanı Allah'ın Vedüd ismine ulaştıran.
Tarikat ehilleri bin senedir aşkla gider Yaradanına. Öyle bir aşktır ki Yaradana, Allah'tan başkasını görmez. Kâinatı vücud mertebesinde saymaz ki daimî bir huzuru elde etsin. Her yerde maşukunu görsün.
Fakat aşkın vartası vardır. Kendi nefsinden elini çekse gayrına yapışır. Mahbubuna herşeyi feda eder. Ancak ondaki fenayı görünce hakikî aşka ulaşır.
Fakat Kur'ân kâinatı azletmez varlıktan, ona bir kıymet verir. Zira kâinat kitabında binbir esma-yı İlahî tecelli eder, görünür. Kâinat hayal olmadığı gibi görünen isimler de hayal değildir.
Şefkat aşk gibidir, belki daha keskindir, geniştir, parlaktır. Allah'ın Rahim ismine ulaştırır. Herşeye şefkatle bakar, feda etmez. Rahim isminin tecellilerini heryerde müşahede eder, görür. Annelerin şefkati, sâdece bir dirhemdir o denizden.
Aşk Züleyha'nın Yusuf (as)'a olan hissidir.
Şefkat Yakup (as)'ın Yusuf (as)'a olan hissidir. Peygamberî bir histir. Risâle-i Nur mesleğinin bir esasıdır.
Allahım, bizi ve neslimizi hakikî aşk ve şefkat ile Sana yaklaşanlardan eyle.. Âmin..

30 Ekim 2010 Cumartesi

Sebeblerin sukutu

Herşey bir sebeble gelir. Zannedilir ki onu yapan sebeptir. Fakat sebebin hiç tesiri yoktur. Her yeri ve herşeyi kuşatan İlahî kudret, sebebi sadece izzet perdesi olarak koymuş aklın ve gözün önüne.
Bazen hissederiz sebeblerin hiçbir şeye yaramadığını ve döneriz hükmü herşeye geçen Rabbimize.
İşte O da böyle yaptı, yani Yunus (as).
Denize atılmış, balık yutmuş. Gece karanlıklı, gece koyu ve dağdağalı. Artık sebebler sukut etmiş ve belki aleyhine dönmüş. O da bunu anlamış ve ehadiyetin sırrı inkişaf etmiş. Zira kanunları koyan Allah, ehadiyet sırrı içinde tecelli ederek imdad eder muzdar kalanlara.
Yunus (as) da Allah'tan meded istiyor ve nida ediyor “Senden başka ilâh yoktur; seni tenzîh ederim! Gerçekten ben (nefsine) zulmedenlerden oldum!” (Enbiya, 87)
Evet, biz de öyle diyoruz ve denizimiz olan dünyamıza, gecemiz olan istikbalimize ve balığımız olan nefsimize hükmedici yegane kudret olan Allah'a nida ediyoruz.
Allahım, bizi ve neslimizi afva mazhar olanlardan eyle.. Âmin.

29 Ekim 2010 Cuma

Sarayın tarifnamesi ve dellalı

Mucizeli bir zât, bütün maharetini gösterip bir saray yapar. Bu saraya bütün ahalisini davet eder.
Sarayın hususiyetlerini, sarayı yapan zâtın vasıflarını anlatan bir tarifname ve adabname yazar. Bu tarifnameyi ve adabnameyi misafirlerine sarayı ve kendisini tanıtması için yaver-i ekremine okutur.
Böyle muhteşem nakışlarla süslü bir sarayın tarifnamesi ve dellalı olmaz ise manasız olur.
Aynen bu misaldeki gibi Zât-ı Zülcelal, muhteşem burçlar sahibi ve yıldızlarla süslü kainat sarayını beşer misafirlerine tanıtmak için bir tarifname ve adabname olan kitabı, yani Kur'ân-ı Kerim'i yazacak ve bu tarifnameyi insanlara okuyacak bir yaver-i ekrem ve dellal-ı mükerrem olan Peygamber Efendimiz'in (asm) eline verecek ve onun lisanından bütün insanlara tebliğ edecektir.

28 Ekim 2010 Perşembe

Hatırına ihlasın kırıldığı iki şey

Allah rızası için amel etmektir ihlas. Allah için ittihad etmektir, hakkın hatırını üstün tutmaktır ihlas.
İhlası kırmak, Allah'ın rızasını kaybetmektir, ebedî saadete büyük zarardır.
Ebedî saadeti netice veren ihlas, bazı süflî hissiyatın ve maddî menfaatin hatırı için kırılmaktadır.
Süflî hisler öfke, hased, hırs, adavet, inad, milliyetçilik, makam sevgisi gibi hislerdir.
Süflî hisleri ve küçük menfaatleri üstün tutmak, ebedî saadetin zararına, manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakil, riyakârâne bir haldir. Maddî mefaatler ise gelen yardımları arzu edip rekabet etmektir.
Bu ise bize ihlası emreden iman ve Kur'ân hakikatlerine hürmetsizlik, kardeşlerin hukukuna tecavüzdür.
Bu hale düşmemek için ihlası kazanmak, kıran sebepleri defetmek için Bediüzzaman Hazretlerinin İhlas Risalesi'nde bahsettiği ihlasın düsturlarını rehber etmek gerektir. Ve İhlas Risalesi'ni zamanın dehşetinden, şeytanın desiselerinden ve nefsin gafletinden dolayı en azından on beş günde bir okumak lazımdır.
Allahım, bizi ve neslimizi ihlası kırmaktan muhafaza eyle.. Âmin..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Uhuvvet için bir düstur

Ey insan! Uhuvvet, İslam âleminin muhtaç olduğu bir esastır ve İslam'ın bir gereğidir. Bilhassa Kur'ân'a ve imana hizmet edenler bu uhuvvete, kardeşliğe halel getirmemelidir. Uhuvveti gözü gibi korumalıdır. Kıskanmak, tenkid ettmek uhuvvet kalesine gedik açmak demektir. 
İşte uhuvvetin bir düsturunu ve neticesini Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim:
"Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. 
وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemâatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etseler, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi... Sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksîmü'l-âmâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bur uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.
Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki; bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'ân ve îmanın hizmeti olan büyük bir  hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz.
(Barla Lahikası)"

Allahım, bizi ve neslimizi ihlasın ve uhuvvetin sırrına erenlerden eyle.. Âmin..

İşin başındaki besmele

İnsan son derece âciz yaratılmıştır, hiçbir fiilini, işini kendi kuvvetçiğiyle yapamaz. İlahî kudretin yardımına muhtaçtır. İlahî kudret de hikmete muvafık ise kulun fiiline yardım eder ve o fiili yaratır. Bu İlahî bir kanundur.
Ama İlahî kudretin tesirini çekmek besmele ile olur. Besmele ile İlahî kudretin tesiri kulun işine yardımcı bir ruh gibi olur.
Bu hakikati Bediüzzaman Hazretlerinin İşaratü'l-İcaz eserinde şöyle geçmektedir:
بسم اللّه kudret-i Ezeliyenin taalluk ve tesirini celb eder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyleyse, hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın! (İşaratü'l-İcaz)
Demek işin ruhu İlahî kudretin tesiridir, bunu da celbeden besmeledir.
Unutulmamalıdır ki, besmele her hayrın başıdır. Haramların başında besmele çekilmez.
Allahım, bizi ve neslimizi besmelenin sırrına vakıf eyle.. Âmin..

Kurban olacak

Et ve kanın değil takvaların Allah’a ulaştığı Kurban Bayramı geliyor. İnsanları birbiriyle barıştıran, kavuşturan, birleştiren, fakir fukarayı, küçükleri büyükleri sevindiren bayramımız geliyor. Kurban ve kurbanlar geliyor ki Allah’a kurban olacak. Bu güzel ibadeti ve bayramı biz Müslümanlara ihsan eden Allahu Teâlâ’ya hududsuz hamd ü senalar olsun.
Bizler kurbanlarımızı sevdiklerimizle yaşarken, herkesin arzusu, kıblegâhı, beytullahı olan Kâbe-i Mükerreme’yi ziyaret eden hacılarımız da kurbanlarını Allah’a takdim ediyorlar.
Allahu Teâlâ onların ve bizlerin kurbanlarını en güzel surette kabul eylesin. Âmîn.

26 Ekim 2010 Salı

Pencerelerden bak

Bir saray yapılmış, muhteşem burçları var. Sağlam temelleri, esasları var. Menzillere ayrılmış hikmetle, ulvî ve süflî tabakalara ayrılmış, süslenmiş enva-ı çeşit tezyinatla. Her odasına telefon konulmuş, pencere açılmış Sultanına bakan. İhtiyaç penceresi, taşahhus penceresi, idare penceresi, dua penceresi, sanat penceresi, netice penceresi, intizam penceresi, güneş penceresi, insan penceresi, dünya penceresi, sema penceresi vesair.
İşte heryerde, herşeyde bir pencere var, Hakîm, Hâkim, Sâni olan O Allah'a.
Bunu fark eden herşeyde alameti, sikkesi, mührü bulunan Allah'ı isim ve sıfatlarının gölgelerini fark eder. Eğer imanı yoksa bir olan Allah'a iman eder. İmanı zayıf ise imanı kuvvetlenir. İmanı kuvvetli ise genişlenir. Öyle bir seviyeye gelebilir ki gayb perdesi açılsa imanı ziyadeleşmez Hz. Ali (ra) gibi.
Ey insan, bu pencerelerden bakıp da Allah'ı akıl gözünle göremiyorsan, o aklı niye taşıyorsun?
Allahım, bizim ve neslimizin imanını tahkikî eyle.. Âmin..

25 Ekim 2010 Pazartesi

Duadır yalnızlıktan kurtaran

Duadır kâinat kapılarını açan, duadır insanı Allah'a dost yapan.
Duadır insanı rahmet ve kudrete bağlayan, duadır rahmet kapıların açan, duadır yalnızlıktan kurtaran.
Mevlana Hazretleri bize yol gösterir makbul bir dua için ve der: "Eğer dua için temiz bir nefesin yoksa temiz gönüllü dostlarından dua dile. Nedamet ateşiyle ve nemli gözlerle dua et. Zira çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açarlar."
"Duanız olmazsa Rabbim size niye kıymet versin. (Furkan, 77)" diye Peygamber Efendimizden (asm) ümmetine söylemesini isteyen O Rabbimize biz de makbul bir zât olan Bediüzzaman Hazretlerinin şu duasını dillendiririz: Allahım! Sevdiğin ve râzı olduğun şekilde Kur’ân’ın sırlarını anlamayı nasip eyle. Ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl. Âmin. Bunu rahmetinle yap ey merhamet edenlerin en merhametlisi!

Köstek değil destek olalım

Biz birbirimize olunca köstek, İslam âlemine olamıyoruz destek.
Kardeşlik desek, dostluk desek, arkadaşlık desek,
ittifak etsek, hatalarımızı, yanlışlarımızı görmesek,
eylesek birbirimize destek, omuz versek, omuz omuza gelsek,
Allah için birbirimizi sevsek, görsek, görüşsek,
işte budur ihlasın tarifi, hem de hayata geçmiş şekli.
Şunu iyi bilelim ki, biz hakkın hatırını âli tutmadıkça ne ihlasa ereriz, ne rızaya.
Düşeriz büyük bir hataya, biz muhtacız ihsana, ataya.
Omuz omuza olunca geliriz hizaya, düşmeyiz cezaya,
İttifakımızla düşmeyecek ümmet cefaya, ezaya.
Allahım, bizi ve neslimizi daima ittihada kuvvet verenlerden eyle.. Âmin..

24 Ekim 2010 Pazar

Kaptanın pusulası

Dünya bir gemidir, ebed yolculuğunda. İnsanın da bir dünyası var, direği hayatı olan.O dünyası gemisidir, kendisi de kaptan yol alır ebede doğru.
Bu geminin önünde iki yol var: Sağdaki yol cennete çıkartırken onu, soldaki cehenneme sürükler.
Bu zamanda akıntı o kadar şiddetlenmiş ki, gemiler kurtaramaz kendini akıntıya kapılmaktan. Hızla sürüklenir cehenneme akan şellaleye.
Bu akıntıya kapılmamak için kaptanın pusulaya ihtiyacı vardır. Her kaptana da bu pusula verilmiş ve yol gösterilmiş yolu bilen sadık muhbirler tarafından. O muhbirler Peygamberimiz ve varisleri olan âlimler ki onlardan birisi Risale-i Nur'dur, meydandadır.
Dinleyen ve pusulasını kullanan kaptanlar gemilerini kaptırmadan akıntıya, yol alıyor cennet sularına.
Dinlemeyenlerin, keyiflerini bozmayanların pusulası olmuş akıntı, sanki sörf yapıyorlar, rafting yapıyorlar cehenneme dökülen şelalede.
Gaflet gözlerini örtmüş, hayallerinde uçuyorlar, ama cehenneme düşünce o gözleri açılır ve o gözler olur çağlayan, fakat merhamet ile bakılmaz bunlara, olurlar cehennem denizinin balıkları.
Muhlis kaptanlar, demirlerler gemilerini sahil-i selamet olan cennet limanına, kavuşur sevdiklerine, özlediklerine, Peygamberlerine, Rablerine.
Allahım, bizi ve neslimizi muhlis kaptanlardan eyle.. Âmin..

23 Ekim 2010 Cumartesi

Kim kime bakıyor?

Birileri birilerine bakıyor. Kimisi müsbet kimisi menfi manada.
Evlad anne-babaya, hocaya bakıyor, beni geleceğe hazırlayın diye.
Anne-baba evlada bakıyor, vatanına milletine faydalı ol diye.
İşçi işverene bakıyor, hakkımı ver diye.
İşveren işçiye bakıyor, işin hakkını ver diye.
Arkadaş arkadaşa bakıyor, ne yapıyor diye.
Kainat insana bakıyor, Allah'a kul ol diye.
Üzüm üzüme bakıyor, kararayım diye.
Allahım, bizi ve neslimizi müsbet manada bakanlardan eyle.. Âmin..

Altı altın nasihat

Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de nasihat etmeyi emreder: "Yine de (Kur’ân ile) nasîhat et; çünkü doğrusu nasîhat, mü’minlere fayda verir. (Zariyat, 55)"
Yolunu şaşırmış, istikametini kaybetmiş insanlara nasihat doğruya, hakka yönlendirir. 
İşte bu minval üzere Bediüzzaman Hazretleri şöyle güzel bir nasihatte bulunur tüm Müslümanlara ve insanlara:
1. Dost istersen Allah yeter.
2. Yaran istersen Kur'ân yeter.
3. Mal istersen kanaat yeter.
4. Düşman istersen nefis yeter.
5. Nasihat istersen ölüm yeter.
6. Bunlar yetmezse cehennem ateşi yeter.
Allahım, bizi ve neslimizi nasihatın fayda verdiklerinden eyle.. Âmin..

Şeytan bazılarına küfrü yutturur

Şeytanın çok insanlara küfür ve inkarı yutturmasının sebebi, onların aklen küfre hükmetmesi ile şeytan akıllarını ellerinden alır. Zira akıl vahdetin delillerini doğadan toplayıp ona getirir, o aksini iddia eder, aklını şeytana teslim eder. Şeytan da ona küfür ve inkarı yutturur.
Şeytanın insanlara küfür ve inkarı yutturabilmesinin ikinci yolu bir takım desise ve aldatmalarıdır ki gaflet, dalalet, safsata, inad, mağlata (şamata), mükâbere (büyüklenme), iğfal ve görenek gibi hilelerdir. Bu desiseler batılı hak ve imkansızı mümkün gösterir. 
Bediüzzaman Hazretleri bunu, Kur'ân'ın Allah kelamı olduğunu şeytana ispat eden ve şeytanı susturan Yirmialtıncı Mektub'ta şöyle izah eder: "İnkâr ise; o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır. Sonra inkârı ona yutturur. Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inad ve mağlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhalâtı intaç eden küfür ve inkârı o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun."
Allahım, bizi ve neslimizi bu ve bütün şeytanî desiselerden muhafaza eyle. Sağlam ve sarsılmaz bir iman nasib eyle. Âmîn.

22 Ekim 2010 Cuma

Gerçekten hür müyüz?

İnsan hürriyetin ve özgürlüğün düşkünüdür. Üstünde bir hükmedici istemez. 
İnsan denilen şehirde Allah'ı dinleyen ve ancak Allah'ı zikretmekten tatmin olan kalb hâkim olursa, insan Allah'a kul olurken gayrına hür olur.
Aksine şeytanı dinleyen ve daima kötülüğe sevk eden nefs-i emmare hâkim olursa, insan şeytana ve nefs-i emmareye köle olur, Allah'a ibadet için verilen cihazlarını hevesi uğruna kullanır. Kendisini hür zanneder, fakat en rezil köleden daha rezil olur. İnsanlıktan çıkar, hayvandan da aşağı düşer.
Her türlü süfliyatı işlemek hayvanlıktır. Hayvanın aksine aklı olduğu için hazır lezzeti elemlerle zehirlenir, hayvandan aşağı düşer.
Demek gerçek hürriyet Allah'a kulluğu, şeytan ve nefs-i emmareye hürriyeti iktiza eder.
Allahım, bizi ve neslimizi Sana hakkıyla kul eyle.. Âmin..

Kandil duası

Cenab-ı Hak'tan ism-i azamını, bütün isimlerini, Kur'ân-ı Hakîm'i ve Habib-i Ekrem Efendimizi (asm) şefaatçi yaparak niyaz ederim ki: Bu gece ve bütün mübarek geceler hürmetine rızkımıza bereket, maişetimize genişlik, kalbimize sürur, dimağımıza ferahlık, ömrümüze bereket, sözümüze tesir, işlerimize kolaylık ve muvaffakiyet ihsan eylesin; dünya ve âhiret zenginliği versin; hayırlı ve uzun ömürler versin; sağlık ve afiyet ihsan eylesin; maddî ve mânevî hastalıklarımıza şifalar ihsan eylesin; hastalıktan, musibetten, gaflet ve dalaletten muhafaza eylesin. Âmin, binlerle âmin.

21 Ekim 2010 Perşembe

Şifadır hastalık

Hastalık, manevî olmamak kaydıyla İlahî bir ihsandır. Günahlara keffaret, hataları ikazdır. Hayatı yeknesaklıktan kurtarmak, tasaffi ettirmek, kuvvetlendirmektir. İnsanın mâhiyetine giydirilen beden bir elbisedir. Sâhibi olan Allah, sanatı göstermek için bu elbiseyi kılıktan kılığa sokar. Model olan insan ücretini peşin aldığı için şekvaya hakkı yoktur.
Allah'ın güzel isimlerinden Şâfi isminin tecellisine vesiledir. Zira Rezzak ismi açlığı istediği gibi, Şâfi ismi de hastalığı ister.
Hastalık, günah kirini temizlediği gibi, gaflet yarasını da tedavi eder.
Afiyet ve sağlık ise o da Allah'ın bir nimetidir ve şükür gerektirir. Şükür ile nimet ziyadeleşir. Ve Allah'tan dâima sağlık ve afiyet istenmeli, maddî ve manevî hastalıklardan da Allah'a sığınmalıdır, biz de öyle yaparız. Allah kabul etsin.
Allahım, bizi ve neslimizi maddî ve manevî hastalıklardan muhafaza eyle.. Âmin..

20 Ekim 2010 Çarşamba

Ölümü öldürebilir misin?

İnsanı dünyaya ve eğlenceye çağıran şeytana, ölümü öldürebilir misin? Önümdeki uzun yolculuğu durdurabilir misin? Acizliği ve fakirliği benden defedebilir misin? demeli.
Zira insanı kabir bekliyor. Dünya kapısı yavaş yavaş kapanıyor. Yolculuk durmuyor, hız kazanıyor. Acizlik ve fakirlik teknolojiye rağmen artıyor.
Öyleyse şeytanı dinlememeli, Kur'ân'ı dinlemeli. Çünkü söz odur ve ona derler.
Kâinatta Kur'an okunuyor. Onu dinleyelim. Kur'an diyor ki, Allah'a iman ve itaat edersen seni ebedî gençlik bekliyor. Ebedî saadet kabrin öbür tarafındadır. Öyleyse ona göre hazırlanmalı.
Helal dairesi keyfe kafidir, harama girmeye ihtiyaç yoktur.
Allahım, bizi ve neslimizi helal dairede mukim eyle.. Âmin..

Uhuvvete darbe vuran sözler

Frekansımız uyuşmuyor, yıldızları barışmıyor, araları limonî gibi ayrılığı ve ihtilafı netice veren; uhuvvet, kardeşliği ve ittifakı zedeleyen sözler, maalesef vifak ehli yani uyumlu olan ki binlerce uyum vesilesi olduğu halde, ehl-i imanın ağzından çıkıyor. Süflî hisler yüzünden ihlası kırıyor.
Bu sözleri sarf edenler, acaba bir mü’minin kendilerince hoş olmayan bir iki sıfatından dolayı iman, İslam ve komşuluk gibi belki yirmi masum sıfatını hiçe saydıklarının farkında değiller mi?
İslâmiyet’in izzetini düşünen her ferd, her mü’min mutlaka kendi izzetini ön plana çıkarmamalı, nefsinin ve enâniyetinin değil, kardeşinin taraftarı olmalı, kendini cümleden aşağı görmeli, aradaki uyuşmazlıkları güzellikle çözmeli, aralarındaki gıybete son vermelidir.
Allahım, bizi ve neslimizi uhuvvetin sırrına erenlerden eyle.. Âmin..

Kudretin bir aynası ve haşrin misali

Kudretin ayineleri çoktur der Bedîüzzaman Hazretleri Lemaat isimli eserinde.
Onlardan bir tanesi havadır. Hava zerreleri öyle şeffaftır ki, binbir çeşit görüntü ve sesi aktarır, sanırsın bütün dilleri bilir hem insanî hem hayvanî hem de câmidatın seslerini.
"Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimât!
Acib istinsah eder o kudretin kalemi.. şu sırr-ı tenâsülât... (Lemaat)"
Kudretin hızla tesirine güzel bir misaldir, hem de zahir bir örnek.
Zira hava zerreleri hem câhildir, hem de câmid.
Hava âlemi haşre de güzel bir misaldir. Bir kelime anında milyon kelime olur, dirilir hava âleminde.
İnsan da bir emir ile dirilir mahşer meydanında. Herşey gibi bu da uzak değildir, belki çok kolaydır İlahî kudrete.

19 Ekim 2010 Salı

Dünyanın güzel yüzü

Herkesin bir dünyası vardır, gerçek dünyadan başka.
Kendi dünyasının direği hayatıdır, hayatı sönerse dünyası yıkılır, kıyameti kopar.
Gördüğümüz şu dünyanın üç yüzü vardır.
Bir yüzü, Allah'ın isimlerinin aynasıdır. Binbir ismin tecellileri görünür. Herşeydeki suret der ki, bana bu sureti veren Musavvir'dir.
Herşeydeki miktar der ki, beni belli bir miktar ile yaratan Mukaddir'dir.
Herşeydeki intizam der ki, bendeki mükemmel nizam Munazzim'dendir.
Herşeyin azasındaki hikmetler der ki, beni yaratıcım Alim'dir, Hakim'dir.
Herşeydeki güzellik der ki, bende görünen güzellik Cemil'indir.
Herşeydeki nimet ve netice der ki, bendeki güzel meyveler Mün'im'dendir.
Herşeydeki hayat der ki, benim hayatım Hayy'indir.
Herşeydeki ihtiyaç der ki, benim ihtiyacımı gideren Rahman'dır, Rahim'dir, Gani'dir.
Hasılı, dünyanun bu yüzü güzeldir ve aşka layıktır.

İkinci yüzü, âhiretin tarlasıdır.
İyilik yapan, hayır işleyen baki meyveler kazanır. Âhiretin meyvleri ve fidanları burada yetişir. Bu yüzdeki önceki yüz gibi aşka layıktır.

Üçüncü yüz, gâfillerin eğlence yeridir ve fânidir.
Bu yüz ise çirkindir, fânidir. Aldatır.
Bu yüz nefrete layıktır. Ve bütün kötülüklerin başıdır.
Allahım, bizi ve neslimizi dünyanın güzel yüzünde terakki ettir.. Âmin..

O sözler şiire benzemez

O sözleri duyunca müşrikler ne diyeceklerini şaşırdılar. Zira bu sözler beşer sözüne benzemiyordu. Ne diyeceklerdi ki insanlar bu sözlere kulak vermesinler veya tesiri azalsın. Ve karar verdiler o sözlere şiir demeye. Şimdi hayalen müşriklerin o halini seyredelim.
Mekke müşriklerinin reislerinden Velid b. Mugire, Resûlullah’ın (asm) yanına geldiğinde Hz. Peygamber (asm) ona Kur’ân okumuştu ve sanki kalbi yumuşamış gibiydi. Bu haber Ebu Cehil’in kulağına gidince Ebu Cehil derhal Velid’e geldi ve şöyle dedi: "Muhammed hakkında bir şey söyle ki kavmin işitsin de senin Muhammed’i sevmediğini anlasınlar."
Velid: "Onun hakkında ne diyeyim? Allah’a yemin ederim, hiçbiriniz benden daha fazla şiiri bilmez. Şiirin recezini (aruzun bir vezni) bilmez. Şiirin kasidelerini de bilmez. Cinlerin şiirini benden daha iyi bileniniz yoktur. Ama yemin olsun ki onun söyledikleri bunlardan hiçbirine benzemiyor. Yine yemin olsun ki onun söylediklerinde bir güzellik, bir tatlılık vardır. O sözün üstü meyvelidir, altı çoktur, bereketlidir. Kesinlikle o gâlib olur, hiç kimse ona gâlib olmaz. Kesinlikle o altında kalanı paramparça eder” diye cevap verdi. (Hayatü’s-Sahâbe)"
Allahım, bizi ve neslimizi Kur'ân ile hidayet erdir.. Âmin..

Vefa ehl-i sadâkatin şe'nidir

Vefa, îmanın bir gereğidir. Kendisinde bir şekilde emeği bulunanları daima hatırlamak, ne olursa olsun onları daima baş tacı yapabilmektir. Ehl-i sadâkatin halidir. İyi günde olduğu gibi zor günlerde de sahip çıkabilmektir. Bu hali Risâle-i Nur'da, Üstadlarında ve talebelerinde çoklukla görmekteyiz. 
Aksi vefasızlıktır, iman zafiyetidir.
Bize Bediüzzaman Hazretleri, bu vefa hissini bir kıssa ile telkin etmektedir. Şöyle ki: Bir zaman, müslim olmayan bir zat, tarikatten hilâfet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş. O zat ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: "İşte beni anladın." O da dedi: "Madem senin irşadınla bu makamı buldum; seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birden bire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakikî kalmış.
Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor. Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe'nidir. (Şualar)"
Allahım, bizi ve neslimizi daima vefa ehlinden eyle.. Âmin..

18 Ekim 2010 Pazartesi

İhlasın bir dirhemi

İhlas, uhrevî hizmetlerde Allah rızası için amel etmeyi, hakkın hatırını her hatırdan üstün tutmayı, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmeyi, Allah için bir araya ve omuz omuza gelmeyi ifade ederken, dünyevî hizmetlerde ittifakı ve işin sebep ve şartlarını yerine getirmeyi ifade eder.
Bedîüzzaman Hazretleri "İhlaslı bir dirhem amel, ihlassız yüz batman amele müreccahtır" der.
Her amelimizde ihlas olmaldır.
Beşerî münasebetlerde de samimiyet ve ihlas, o münasebetin devamına sebebtir. Üstad Hazretleri "Hatta muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder." diyerek buna işaret etmiştir.
Allahım, bizi ve neslimizi ihlasın sırrına erdir.. Âmin..

17 Ekim 2010 Pazar

İsim ve resim

İsim ve resme ehemmiyet vermek, şahsını ön plana çıkarmaktır. Bu ise tehlikelidir.
İsim ve resme ehemmiyet vermemek gerektir. Zira isim ve resme ehemmiyet veren, derecesine göre riyâkârdır. Ehemmiyet vermek riyâkârlıktır. Riya ise bir ruhî hastalıktır ve gizli şirktir.
İsim ve resme ehemmiyet veren, kusur ve ayıpları kendine kabul etmez. Avukat gibi nefsini savunur.
Büyük zâtlar isim ve resme ehemmiyet vermemişlerdir. Kendilerindeki kemalatı Allah'tan bilmişler ve fahır yerine şükretmişler.
Allahım, bizi ve neslimizi riyadan muhafaza eyle.. Âmin..

Bir Birdendir

Herşeyde birlik vardır. Herşeyden bir ve birden herşeyi yapmak ancak bir olana mahsustur. Sudan bütün hayvanları ve insanları yaratmak, topraktan bütün bitkileri bitirmek ancak bir olan Zât'a işaret eder. 
Bir nevdeki esas azada birlik vahdetin alametidir. Bütün insanlarda göz, kulak ve ağız gibi esas azaların bir olması gibi.
Bir şehirdeki, bir memleketteki bir tarz idare idarecinin de birliğini gösterir.
Dünya şehrindeki ve kâinat memleketindeki idare kanunlarının bir olması, o kanunları irade ve idare edenin de birliğini gösterir.
Bir şehirdeki, bir memleketteki idarecinin, reisin, padişahın çoğalması düzeni bozduğu gibi kâinatta da birden çok ilahların bulunması düzeni fesada uğratır. Düzen ise çok ilahları red eder.
Demek kâinatı idare ve irade eden tek ilah ancak Allah'tır.
Allahım, bizi ve neslimizi marifetinde daima terakki ettir.. Âmin..

16 Ekim 2010 Cumartesi

Samimiyetin ölçüsü

Milleti bir yapan kardeşliktir. Kardeşliği tesis eden samimiyettir. Samimiyetin ölçüsü yüz yüze iken gösterilen muhabbet, hürmet ve merhametin gıyabında da gösterilmesidir.
Yüzüne karşı muhabbet ederken, gıyabında kötülemek samimiyeti bozar, kardeşliği yıkar.
Yanında iken hürmet edip, uzak iken hakaret etmek hürmetsizliktir, samimiyetsizliktir.
Beraberken merhamet edip yokluğunda çiğnemek merhametsizliktir, samimiyetsizliktir.
Beraberken de ayrı iken de; yakın iken de uzak iken de; muhatap iken de gayb iken de samimiyet birdir, bir olmalıdır. Yoksa iki yüzlülüktür, ikili oynamaktır, samimiyetsizliktir, muhabbetsizliktir.
Bu ise cemiyetin parçalanmasıdır, ferdîleşmesidir.
Bediüzzaman Hazretleri bazı yerlerde bu hürmet ve merhametin kırıldığını esefle müşahede etmiş ve Risâle-i Nur'un imandan gelen bu hürmet ve merhameti tedavi ettiğini beyan etmiştir.
Evet, samimiyetin ölçüsü mü'minin mü'mine vazifesinde gizlidir. Bediüzzaman Hazretleri bunu şöyle haber verir: "Mü'minin mü'mine karşı vazifesi, büyüğe hürmet, küçüğe merhamet, müsaviye muhabbet, mürüvvettir. (Lemaat)"
Allahım, bizi ve neslimizi daima samimî kullarından eyle.. Âmin..

Güler yüzlü ticaret

Sadi Şirazi Hazretleri Bostan'ında bal satan güler yüzlü bir delikanlının hikayesini anlatır. Hem güzel hem de güler yüzlü bu delikanlının sinekten daha çok müşterisi varmış; delikanlı zehir bile satsa herkes bunu alıp bal diye içermiş.
Bir gün kaba saba bir adam, bu delikanlının satışını görür ve kazancını kıskanır. Ertesi gün kendisi de ekşi suratıyla bağıra çağıra gezinerek bal satmaya çalışır, fakat sonuçta bir şey satamaz. O gün para kazanamadan evine dönen asık yüzlü adama, karısı “Suratı ekşi olanın balı da acı olur” diyerek şaka yapar.
Sadi Şirazi Hazretleri şöyle nasihat eder “Çirkin tabiat, adamı cehenneme götürür. Çünkü iyi huy cennetten gelmiştir. Tek ırmak kenarından sıcak su iç de ekşi suratlının soğuk gül şerbetini içme.
Yüzü sofra gibi karmakarışık olan bir adamın ekmeğini tatmak haramdır.” 
Maddî ve manevî ticaret yapanlar güler yüzlü, yumuşak sözlü olmalıdır ki elindeki malı müşterisine satabilsin. Bediüzzaman Hazretleri de "Mesleğimiz nâzikane, nezihane, kavl-i leyndir" diyerek manevî hizmetin tebliğ usulünü gösterir.
Allahım, bizi ve neslimizi daima güler yüzlü eyle.. Âmin..

Çanakkale Şehidinin Kanı

Çanakkale'de harp şiddetlenir, bu sırada Pakistan'ın Lahor şehrinin büyük bir meydanında halk toplanır, mehmetçik için yardımlar toplanır, Dr. Muhammed İkbal kürsiye çıkar ve rüyasını şiir gibi anlatır. 

Dedi Hz. Muhammed (asm): 
Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın,
söyle bana ne gibi bir hediye getirdin?
Dedim: Ya Muhammed (asm), dünyada yok rahatlık
bütün özlemlerimden umudu kestim artık.
Varlık bahçesinde binlerce gül lale var, 
ama ne renk ne koku... Hepsi de vefasızdır.
Yalnız bir şey getirdim kutlanmıştır tekbirlerle.
Bir şişe kan ki eşi yoktur; namusudur, vicdanıdır.
Buyurun, bu Çanakkale Şehidinin kanıdır

Verecek parası olmayan dul bir kadın, yeni doğmuş bebeğini bir zengine satar ve kuruşuna kadar bütün parasını Osmanlı'ya yardım için verir. Olayı takip eden zengin adam kadını çağırtarak bunu neden yaptığını sorar. Kadın ibret vesikası olan sözünü söyler: Osmanlı zayıf düştüğünden beridir, yanıbaşımıza kadar gelen İngilizlerin yaptığı zulümler ortada. Bu gün Muhammed İkbal dedi ki ; Eğer Osmanlının son kalesi olan Çanakkale'de geçilirse, Hilafet kalmaz ve iyi bilin ki sıra sizdedir. Eğer İngiliz buraya da gelir, namusumuza el uzanır, bayrak iner, vatan toprağı düşmanın pis çizmeleri altında çiğnenirse, çocuğum olsa ne olur, olmasa ne olur. İşte bu yüzden hiç tereddüt etmeden sattım yavrumu. İngilizlere köle olacağına size hizmetkar olsun.

Allahım, bizi ve neslimizi dine daima hizmetkâr eyle.. Âmin..

15 Ekim 2010 Cuma

Masum maskeler

Âhirzamanın bir gereği olsa gerek. Nefsanî ve şeytanî şeyler masum maskeler kullanıyor.
Sanat, eşyadaki sanat-ı İlahiyeyi görüp esma-yı İlahîyi tanıtması gerekirken, haram lezzetlerin teşhir merkezi haline gelmiş, sanat haram lezzetlerin teşhiri için maske olmuş.
Bilim, kâinattaki İlahî hikmet ve iradenin tecellilerini görmesi ve göstermesi gerekirken, dinsizliğin neşrine maske olmuş.
Tebessüm bir sadaka iken, insanları aldatmak için kullanılan bir maske olmuş.
Makyaj gerçek yüzlerin maskesi olmuş, gizlemiş gerçekleri.
Kafir bile iman maskesini kullanarak münafık olmuş. Süfyan da reis olmuş onlara.
Şimdi bu maskelerin inmesi ve küfrün çirkinliklerinin farkedilme vakti ki insanlar fıtratına dönsün. Zira fıtrat yalan söylemez.
İmanın cazibedar güzellikleri ortaya çıksın ve fıtrat yükseklensin. Zira iman insanı insan eder, belki sultan eder.
Allahım, bizi ve neslimizi küfrün çirkinliklerinden muhafaza eyle.. Âmin..

İslâm'ın birliği insanlığın dirliği

İslâmiyet, teslimiyettir selam ve selamet olan îman ve Kur'ân hakikatlerine, gönüllerin sultanı olan Habibullah'a, kalblerin sahibi olan Allah'a.
İslâmiyet, en büyük insanlıktır, uzuvlar ve duygular sahibi olan bir insan bedeni gibi. Bir aza hastalandığında bütün vücud rahatsız olur. Onun derdiyle dertlenir. Bunun gibi İslâmiyet'in azaları ve duyguları olan müslümanlar, birbirinin ıztırabıyla muztarip olur. Derdiyle dertlenir.
Bir göz diğer gözü tenkid etmez, dil kulağa itiraz etmez, kalb ruhun aybını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder. İşte vücudun hayatını devam ettiren bu ruhtur. Bunun gibi İslâmiyet vücudunu da devam ettiren ruh ihlastır, samimiyettir. Tenkid yerine tekmil, ayıplamak yerine örtmek, takaddüm yerine yardımlaşma, mübareze yerine müzakere ve meşverettir.
İhlası kaybeden bir müslüman kangrene döner, vücudun huzurunu bozar, tahakküm ve baskı yapar. Kuvveti dağıtır. Bu genele sıçrarsa koca İslâm vücudu rüzgar önündeki yaprak gibi savrulur, zulüm ve baskı şimşekleri altında yaşamaya mecbur olur. Bu hastalığın ilacı tam ihlastır.
Tam ihlasa sahip olan müslümanlar İslâm'ın birliğini, bu da insanlığın dirliğini getirecektir.
İnsanlığın dirliği İslâm'ın birliğindedir. Bu da insan suretinde melekleri yetiştirecektir. Asr-ı saadet ve İslam'ın bin senesi buna şahiddir.
Aksinde zulüm, tahakküm, baskı, diktatörlük, namussuzluk, alçaklık insanlığı hırpalayacak, insanları insan kıyafetindeki canavarlara çevirecektir. Son asır buna şahiddir.
Allahım, bizi ve neslimizi İslâm'a daima hizmetkâr eyle.. Âmin..

14 Ekim 2010 Perşembe

Bir harf kâtipsiz olmaz

Bir kalem kâğıd üzerinde bir hareket yapar ve bu hareketin neticesinde bir harf yazar. Bu harf ve hareket bu harfi yazan ve hareketi yapan fâilini, kâtibini gösterir. Eser müessire delildir. Sanat sanatkârı gösterir ve anlatır. Fiil fâile bakar.
Belli bir intizam ve kasıt neticesinde ortaya çıkan harf kâtibini gösterdiği gibi, herşey bir harftir. Bir çekirdek, bir meyve, bir yaprak, bir ağaç, bir çiçek, bir tepe, bir ova, bir dağ, yeryüzü, bir yıldız ve gökyüzü. Hem harf hem de harflerden yazılmış bir kitap. Harflerden oluşan bu kitabları yazan kâtibi Zât-ı Zülcelal olan Allah'tır.
Bu kitapta Allah isim ve sıfatlarını bize tanıttırmaktadır. Bize düşen bu kitabı O'nun rızası dairesinde okumaktır, inşaallah.
Allahım, bizi ve neslimizi kâinat kitabını hakkıyla okuyanlardan eyle.. Âmin..

13 Ekim 2010 Çarşamba

Toprak altında beklemek

Toprağın altına girmeden önce muhasebe etmeli ki kâr etmeli.
Allah insanı toprak altında bekletir bir süre, sonra huzuruna aldırır.
Nasıl ki Şili'de insanlar toprağın altında kaldı bir müddet, sonra imkan dahilinde oradan çıkarıldı ve sevdiklerine kavuştular.
Bunun gibi insan çürüyüp gitmek için ölmez. Toprak altına unutulmak için girmez. Bekletilir bir süre, sonra huzura alınır, sevdiklerine kavuşur, iman ve itaati varsa.
Allahım, bizi ve neslimizi kabir azabından ve cehennem azabından muhafaza eyle.. Âmin..

İnsan mesuldür

İnsanın elinde, kısa, zayıf, kesb denilen bir cüzî iradesi var. Yaratmaya muktedir değil, sadece fiili tercihten gelen bir sebebi var. Bu sebeble ortaya çıkan, Kudret tarafından yaratılan bu fiilin faili insandır ve mesuldür.
Şerî fiillerde isteyen insanın nefsidir, yaratan İlahî Kudret'tir.
Hayır olan fiillerde, isteyen İlahî Rahmet'tir, yaratan İlahî Kudret'tir.
Allahım, bizim ve neslimizin hatalarını afveyle.. Âmin..

Yasaktır, girmeye hakkın yoktur

Sen çalış, ben yiyeyim fikriyle doğan ve insanların huzur ve saadetini kaçıran, emeği ezen faizdir.
Faiz, toplumların kanser gibi bir hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan milletler, hayatını sömürge üzerine bina eden milletlerin kölesi olmaktan kendini kurtaramaz. Buna âlemin hazır hali şahiddir.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususu bize şöyle haber verir: "İnsanlığın iki saadetini temin eden Adâlet-i Kur'aniye (Kur'ânî adalet) âlem kapısında durup, ribaya (faize) "Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi.  Daha müdhişini yemeden, dinlemeli!.. (Sözler, Lemaat)"
Allahım, bizi ve neslimizi faizin her çeşitinden muhafaza eyle.. Âmin..

12 Ekim 2010 Salı

Ticâreti haramdan kurtaran nasihat

Allah, faizi ve yiyenleri bize şu âyetle şöyle haber verir: "Ribâ (fâiz) yiyenler (kabirlerinden), ancak kendisini şeytan çarpmış kimsenin, cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar! Bu, şübhesiz onların: “Alış-veriş (de) ancak fâiz gibidir” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alış-verişi helâl, fâizi ise haram kıldı! O hâlde kim kendisine Rabbinden bir nasîhat gelir de (fâizden) vazgeçerse, artık geçmişte olan (İslâm’a girmeden önce aldıkları) kendisinindir. Onun işi (hakkındaki hüküm) ise Allah’a âiddir. Kim de (helâl sayarak fâize) dönerse, işte onlar ateş ehlidirler! Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. (Bakara, 275)"
Faiz yiyenler, alış-verişi faize benzeterek faiz gibi bir harama giriyorlar. Helal rızkın onda dokuzunun olduğu ticarete haramı bulaştırıyorlar.
Ya bunlar fıkıh okumamışlar, faiz ve ticaretin farkını bilmiyorlar ki âyetin tehdidine maruz kalanlarda bu cehalet olmasa gerek; ya da kendi nefislerine aldanıp helal haram demeden, kolay kazanç olan faize giriyorlar ve âyetin tokatını yiyorlar.
Peki, ticarete giren ne yapmalı? İşte bu sorunun cevabını Hz. Ali (kv)'den dinleyelim: Bir kimse, Hz.Ali'ye (r.a) gelip, "Yâ Emire'l-mü'minin! Ben, ticaret yapmak istiyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?" diye sormuştu. Hz.Ali ona, "Önce fıkıh öğren, fıkıh ticaretten öncedir. Zira, fıkhı öğrenmeden ticareti yaparsan, faizden ve haramdan kurtulamazsun" buyurdu.
Helal rızkın onda dokuzu ticarettedir. Bunun için de öncelik fıkıh okumak ve ticareti helal dairesinde yapabilmek ehemmiyetlidir.
Allahım, bizi ve neslimizi faizden muhafaza eyle.. Helal dairesinde ticaret ihsan eyle.. Âmin..

Aşağıların alçak silahı

Aşağı olanların izzet-i nefsi yoktur veya çok alçaktır. Aşağıların silahı da kendileri gibi aşağı olacaktır. Gıybet böylelerin kullandığı alçak bir silahtır.
Kardeşi yanında değilken, yanında olduğunda söyleyemeyeceği ve kardeşinin kerahet edip darılacağı doğru olan şeylerdir. Bir kardeşinin kusurunu, noksanını, eksikliğini, tamamlamak ve örtmek yerine açığa çıkartıp yanındakilere göstermek ve onların gözünden düşürmek için kullanılan gıybet alçak bir silahtır.
Hem kendi etini dişlemek hem de ölmüş bir kardeşinin etini yemek gibi akılsızlık ve iğrençliktir ki Allah da şöyle buyurmaktadır: "Ey îmân edenler! Zannın çoğundan sakının! Şübhesiz ki zannın bazısı günahtır; (birbirinizin kusûrunu inceden inceye) araştırmayın; bazınız, bazınızı gıybet etmesin! Sizden bir kimse, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! O hâlde Allah’dan sakının! Şübhe yok ki Allah, Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir. (Hucurat, 12)"
İzzet-i nefis taşıyanlar böyle alçak bir silahı istimal etmezler.
Eğer gıybet ettiysek, gıybet ettiğimizden helallik alıp hem onun hem de kendimizin afvı için Cenâb-ı Hakk'a yalvarmalıyız.
Daha ayrıntılı izah için Risâle-i Nur'un Yirmiikinci Mektub'unun Birinci Mebhas'ının Hatime'si olan gıybet bahsine bakılabilir. Allahım, bizi ve neslimizi böyle hatalardan muhafaza eyle ve kusurlarımızı afveyle. Âmin..
 

11 Ekim 2010 Pazartesi

Gidiyorum gündüz gece

Ben insanım. Hani Allah'ın meleklere tercih ettiği, yeryüzüne halife seçtiği, esmasına merkez kıldığı, kitabında kulum diye hitab ettiği, şeytanı arkasına takıp kendine çağırdığı, bin bir hatasına rağmen afvettiği, kendisi için sekiz cenneti ve yedi cehennemi yarattığı, mahiyetine koyduğu istidadların inkişafı için zemini hazırladığı, hadsiz âciz ve fakir yarattığı garib bir mahlukuyum.
Reisim Muhammed (asm), kitabım Kur'ân, yolum dünyadan geçip ebede uzanıyor. Gidiyorum gündüz gece, hiç durmadan. Allah yar ve yardımcım olsun.
Allahım, bizi ve neslimizi beşer yolculuğunda yalnız bırakma.. Âmin..

Velayete açılan kapı

Rüya penceresiyle ruh bazı kader levhalarını görür. Mizacına göre ondan istifade eder.
Rüya üç şekildedir. İkisi Kur’ân’ın tabiriyle “Adgâs-ü ahlam” yani karmakarışık rüyalardır. Tabire değmez. 
Üçüncüsü ise, sâdık rüyalardır. Sâdık rüya salihtir. Peygamber Efendimiz'in (asm) nübüvvetinin kırk altı cüzünden bir cüzüdür ki bu kadar kıymetlidir.
Peygamberimiz (asm) “Güzel rüya bir müjdedir. o­nu Müslüman görür veya kendine gösterirler” şeklinde buyurmuştur.
Rüya ile ilgili bazı hadisler de şöyledir: “En sadık rüya, seher vakti görülen rüyadır.” “En doğru rüya, gündüz görülen rüyadır. Çünkü Allah bana vahyi gündüz bildirdi.” “Rüya üç kısımdır. Biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rüya görürse, dilerse o­nu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse, o­nu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.” 
Uykuda yeşillik; cennet ve mutluluğa, deve korkuya, hurma rızka, süt İslâm fıtratına, gemi kurtuluşa, yük taşıma eleme, kadın görmek hayra, ip görme dinde sebata delâlet eder.
Sizden hanginiz en doğru sözlü ise o­nun rüyası da en doğrudur.” 
Bedîüzzaman Hazretleri, 28. Mektub'da “Hayallere karşı kapısı açık olan rüyaları, tahkikî bir surette söz konusu etmek, tahkik mesleğine pek uygun gelmez” diyerek bir düsturu göstermiştir. 
Sâdık rüya, avam için bir nevi velâyete açılan bir kapıdır.
Allahım, bizim ve neslimizin rüyalarını mübarek eyle.. Âmin..

10 Ekim 2010 Pazar

Erkekler gözlerini sakınsınlar

Ey insan! Allah sana bir çift göz vermiş. Ruhun bu göz ile şu âlemi seyreyler. Âlemin manasını ruh göz ile okur, mütalaa eder. Allah'ın güzel isimlerinin tecellilerini görür.
Allah namına bakmayan göz, nefis hesabına bakar ki mütalaa derecesinden gavvad derekesine iner. Böyle bir gözün sahibi ırzını da koruyamaz. Göz emanetini maksadının dışında kullandığı için cezaya düşer.
Öyle ise her erkek gözlerini mutlaka haramdan korumalıdır ki ırzını koruyabilsin. Bunlar ise insan için daha temizdir. Allah'ın herşeyden haberdar olduğunu da unutmamalıdır.
Allah bu hususu bize şu âyetle haber verir: "(Ey Resûlüm!) Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Bu, onlar için daha temizdir. Şübhesiz ki Allah, (onların) yapmakta oldukları şeylerden hakkıyla haberdardır. (Nur, 30)"
Allahım, bizi ve neslimizi gözlerini ve ırzlarını koruyanlardan eyle.. Âmin..

Hırsızlardan uzak


Ey insan! Erkekler gözlerini haramdan koruduğu gibi kadınlar da gözlerini haramdan korumalıdır. Göz haramlara karşı kapatılırsa şeytanın zehirli okları kalbe günah vesilesiyle ulaşamaz. Gözünü koruyan bir kadının ırzını koruması da kolaylaşır, aksi takdirde şeytanın zehirli oklarına hedef olabilir.
Kadınların tesettüre girmesi Allah'ın bir emridir. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salmalıdırlar.
Kadınların zinetlerini göstermesinde mahsur olmayan yerleri yine Allah bize haber vermektedir. Tesettüre giren kadın gizledikleri zinetleri bilinmesin diye ayaklarını yere vurmamalıdır.
Allah bu hususları bize şu âyetle haber verir: "Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar! Ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kendi kadınları (Müslüman kadınlar) veya sâhib oldukları câriyeleri veya (pek yaşlı olmakla) kadınlara karşı şehvetleri olmayan erkek hizmetçiler veya kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler! Gizlemekte oldukları ziynetleri bilinsin diye ayaklarını (yere) vurmasınlar! Ey mü’minler! Hep birlikte Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz. (Nur, 31)"
Allahım, bizi ve neslimizi rızandan ayırma.. Âmin..

9 Ekim 2010 Cumartesi

Öyle bir kavim getireceğim ki

Zamanın Kürt Teali Cemiyetinin Başkanı Seyyid Abdülkadır, Kürdistan ulemasından olduğu için Bedîüzzaman’ı Çamlıca’daki evinde ziyaret ederek cemiyetine destek ister. Ancak hiç beklemediği bir cevap alır Bediüzzaman Hazretleri’nden. 
Seyyid Abdülkadir’e aynen şunları söyler Üstad Hazretleri: Allahu Zülcelâl Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de (mealen) "Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever. (Maide, 54)" diye buyurmuşlardır. Ben de bu beyan-ı İlahî karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslamın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî müslüman bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.”
İşte hakikî İslam milliyetçisinin ve İslam'a hizmet edenlere vefanın eşsiz örneği.
Allahım, bizi ve neslimizi daima İslam'a hizmetkâr eyle.. Âmin..

Japon komutanının gördüğü gerçek

Rusya’yı mağlub eden Japon başkumandanı şöyle der: “Tarihte görüyoruz ki Müslümanlar ne zaman İslâmiyet’e yani Kur’ân’a sımsıkı sarılmışlarsa o nisbette medenîleşmişler ve terakki etmişler. Müslümanlar İslâmiyet’ten ve Kur’ân’dan uzaklaşmaları nisbetinde de tedenni edip geri kalmışlar. Hâlbuki diğer dinlere mensub olanlar bunun aksine, tahrif edilmiş olan dinlerine bağlılıkları nisbetinde geri kalıp ihtilafa düşüyorlar. Dinlerinden uzaklaştıkça medeniyete yaklaşıyorlar ve terakki ediyorlar.”
İşte bu hakikat de Kur’ân’ın Allah’tan geldiği gibi devam eden, sağlam bir kılavuz olduğunu isbat eder.
Allahım, bizi ve neslimizi Kur'ân'dan ayırma.. Âmin..

Kadir, Kıymet Gecesi

Kadir Gecesi, Allah'a hududsuz şükürler olsun ki birçok kez geldi ve de gelmeye devam edecek inşaallah.
Bu öyle bir gece ki, hak ile bâtılı ayıran Kur'ân onda indirildi insanlığa.
Bu öyle bir gece ki, bin aydan hayırlıdır.
Bu öyle bir gece ki, hak ile batılı ayırır.
Evet, Allah (cc), bu ayda her bir Kur'ân harfine 30 bin sevab veriyor. Tıpkı haşhaş tohumları gibi.
Aişe validemiz, "Şayet Kadir Gecesi'ne tevâfuk edersem nasıl duâ edeyim?" diye Allah Resûlü'ne sormuş, Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm) de ona, "اَ للّهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَا عْفُ عَنّىِ  (Allah'ım! Şüphesiz Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.) (Tirmizi, Da'avât 89)" duasını öğretmiştir.
Geçmiş ümmetlerin uzun ömrüne bedel, bizim gibi ömrü kısa ve günahkar bir ümmete Allah'ın ihsan ettiği eşsiz nimeti.
Cenab-ı Hak, bu Kadir Gecesini şahsımız, ailemiz, akrabalarımız, dostlarımız, milletimiz ve âlem-i İslam için mübarek eylesin.
Güzelliklere, genişliklere vesile eylesin.
Cenab-ı Hak, bu geceyi her dâim ihya etmeyi cümlemize ihsan eylesin.
Âlem-i İslâm'ı birlik eylesin, önündeki engelleri bertaraf eylesin.
Kadir Geceniz mübarek olsun.
Allahım, bizim ve neslimizin her gecesini Kadir eyle.. Âmin..


Sünnetin bir inceliği

Ey insan! İnsan insana yakışanı yapmalıdır. Kıyafeti, saç-sakalı, görüntüsü, hareketi ve sözleri hep örnek olmalıdır. Peygamber Efendimiz (asm), saç-sakal bakımına kendisi dikkat etmekle beraber, ashabına da ısrarla tavsiye ederdi.
Bir gün mescide bir sahabînin, saçı-sakalı karışık olarak girdiğini görünce, ona hemen dışarı çıkarak saçını-sakalını düzeltmesini işaret etmiş, adam öyle yapıp gelince Peygamber Efendimiz (asm): "Böyle gelmeniz mi, yoksa şeytan gibi karma karışık gelmeniz mi daha iyidir?" buyurmuştu.
Allahım, bizi ve neslimizi daima güzel eyle.. Âmin..

7 Ekim 2010 Perşembe

Ticaretten daha hayırlı

Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Nebî'de hutbe okumak için minbere çıkmış,  ayağa kalkıp Cuma hutbesini irad buyuruyordu. O esnada kervanın geldiğine dair Medine halkının sevinç sesleri duyuldu. Peygamber Efendimiz (asm) hutbe okurken mescittekiler birden kapıya yönelip dışarı çıktı. İçeride Peygamber Efendimiz'in yanında rivâyetlere göre on iki veya kırk kadar kimse kaldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm): “Eğer bu kalanlar da olmasaydı, tepelerine taş yağdırılırdı!” buyurdular. (Celâleyn Şerhi, c. 8, 9; İbn-i Kesîr, c. 3, 901)
İstiflerini hiç bozmadan Peygamber Efendimizi dinlemeye devam edenlerin büyük kısmı sağlıklarında cennetle müjdelenen 10 sahâbe idi.
Diğer sahâbelerin dışarı çıkması Peygamber Efendimizi çok üzdü. Bu hadise üzerine Cuma Sûresi'nin şu  son âyetleri indirildi: Ey îmân edenler! Cuma günü namaz için seslenildiği (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
Nihâyet namaz bitince, artık yeryüzünde dağılın ve Allah’ın lütfundan (rızkınızı) arayın ve Allah’ı çok zikredin; tâ ki kurtuluşa eresiniz! Böyle iken (bir kısmı), bir ticâret veya bir eğlence gördüklerinde, ona akın ettiler ve seni ayakta (hutbede) bıraktılar. De ki: “Allah’ın katında bulunan (mükâfât, dünyaya âid) eğlenceden de ticâretten de hayırlıdır. Çünki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Cuma, 9-11 )"
Allahım, bizi ve neslimizi kendine ve Habibine layık eyle.. Âmin..

Cennetle müjdelenen 10 meşhur sahâbe şunlardır: Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660), Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656), Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa'd b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 671).

6 Ekim 2010 Çarşamba

Amud-u Nuranî

Öyle bir meclis ki, etrafa dağılan su damlalarını bir araya getiren bir havuz ve dağınık kalmış elektrik şualarını bir araya getiren projectör gibi, İslam efradını ve hamiyetperverlerini bir araya getiren, hakikî hürriyeti esas alan, hakikî adaleti tatbik eden nuranî bir heyettir. Her haneden çıkan kahramanlar cemiyetidir.
Böyle bir heyet dünyaya yeni bir asr-ı saadeti yaşatabilir, inşaallah.
Allahım, bizi ve neslimizi amud-u nuranîye dahil eyle.. Âmin..

5 Ekim 2010 Salı

Tedbir bizden

İnsan, akıl sahibidir ve dünya sebebler dairesidir. Bu sebeble akla uygun olan sebebleri yerine getirecektir ki bu fiilî duadır. Sebebleri de tesir sahibi bilmeyecek ve neticesini Allah'tan bilecektir ve bilmelidir.
Maalesef, insanlar tedbir almadan, sebeblere riayet etmeden iş yapıyorlar.
Allah, kullarından tedbir almasını, sebebleri yerine getirmesini sonra neticesini zatından beklenmesini istiyor ki buna tevekkül denir.
Allahım, bizi ve neslimizi hakkıyla tevekkül edenlerden eyle.. Âmin..

4 Ekim 2010 Pazartesi

Musibet, İlahî ikaz

Bir musibet, bin nasihatten iyidir derler. Doğru söylerler. Maalesef insanlar, nasihat gibi güzel bir hazineden istifade etmiyorlar. Bunun neticesinde yine rahmet eseri olarak musibetlere maruz kalıyorlar.
Bazen bazı şahısların hatalarının neticesi musibet umumileşiyor, sel, deprem, yangın şeklinde kendini gösteriyor.
Umumi musibetler ekserin hatasına bakar. Çoğunluk hataya bir şekilde dahil ise musibet de umumileşiyor.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususu şöyle ifade eder: "Umumî musibet, ekseriyetin hatasın­dan ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eş­hâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltiha­ken taraftar olmasıyla mânen iş­tirak eder, mu­si­bet-i âmmeye sebebiyet verir. (Sözler, 172)"
Demek ekser insanların zalim şahısların hareketlerine fiilen veya haklı bularak veya fikren safına katılarak iştirak eder, umumi musibete sebeb olur.
Allahım, bizleri böyle bir halden muhafaza eyle. Bu milleti hiç bir şekilde zalimlere bilerek veya bilmeyerek taraftar ettirme. Âmîn.