31 Aralık 2010 Cuma

Allah için sev

Ey insan! İman gibi kâinatı aydınlatan bir nuru Allah senin kalbine isteğin ile koymuştur. Bu nuru parlatmak, nurunu arttırmak yine senin iradene bağlıdır.
İmanın en faziletlisine ulaşmak istersen Allah için sev ve Allah için buğzedip kız. Dilinle Allah'ı zikret ve hoşlandığın bir şeyi başkası için de hoş gör. İstemediğin bir şeyi başkası için de isteme. Bir de diline dikkat et, ya hayır konuş veya sus.
Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu bize şöyle haber verir: "İmanın efdali Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, diliyle de Allah’ı anmak, kendisine hoş geleni, başkasına da hoş görmek, istemediği bir şeyi başkası için de istememek, hayır konuşmak veya susmaktır. (Taberani)"
Allahım, bizi ve neslimizi imanın efdalini elde edenlerden eyle.. Âmin..

30 Aralık 2010 Perşembe

Nimet verilenlere arkadaş olmak

Geldi Peygamber (asm), insanlara iman ve İslam nurunu getirdi. Karanlıklar içindeki insanlığı nura çıkardı. 
Karanlıktan nura çıkmaya hasret olan her insan Peygamber'i (asm) takib etmeli. Peygamber'i (asm) tanımayan ve bilmeyen acaba hangi nura çıkabilir?
Allah'a ve Peygamber'e itaat edip takib eden kendilerine nimet verilenlerle birlikte güzel bir arkadaş olur.
Allah bu hususu bize şu âyetle haber verir: (وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا) Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. (Nisa, 69)
Allahım, bizi ve neslimizi Sana ve Peygamber'ine itaat edenlerden eyle.. Âmin..

29 Aralık 2010 Çarşamba

Ahmedin babası

Ahmed arkadaşları Ömer, Hamza ve Said ile birlikte evlerinin bahçelerinde oynamaktadır. Ahmed arkadaşlarına babasının aldığı oyuncağı göstermekte ve babasının bir nasihati üzere arkadaşlarının oynamasına müsaade etmektedir.
Ahmed arkadaşlarına "oyuncaklarımla oynamak ister misin?" der. Onun bu hali arkadaşları arasında hep sevgiyle karşılık bulur. Ahmed bu ahlakla büyür, insanlarla paylaşmayı ve kardeşçe geçinmeyi öğrenir ve öğretir. Bu Peygamber ahlakıdır. Böylece Ahmed'e de bir miras olarak geçer.
Ahmed'e bu ahlakı kazandıran babasının nasihatidir. Babası Ahmed'in ruhunu incitmeden topluma faydalı bir ferd haline gelmesine vesile olur.
Ahmed daha nice güzel ahlakıyla arkadaşlarına ve gençlere güzel bir örnek olur. 
Allahım, bize ve neslimize güzel ahlaklı evladlar yetiştirmeyi nasib eyle.. Âmin..

28 Aralık 2010 Salı

Kabe'ye gidiyoruz

Haydi gel! Kâbe'ye gidelim. 
İşte bütün inananların yüzlerini döndüğü, bedenen, fikren, kalben yöneldiği İslam'ın kalbi Kâbe karşımızda.
Haydi dua edelim. Zira Kâbe'yi görünce yapılan dualar makbuldür. "Ya İlahenâ! İslam'ın izzetini daima muhafaza edecek kuvveti bize ihsan eyle. Bize dünya ve ahiret zenginliği ver. Bizi ihlas-ı etemme ulaştır. Bize ve neslimize nûrunla hayat ver! Bizi ve neslimizi nûrunla yaşat! Ve o nûrunla öldür! Ve bizi ve neslimizi, bize ihsânın olan nur-u nûrunla haşret! Lütfet! Kerem kıl! Hatalarımızı ve seyyiâtımızı mağfiret eyle! Ve bizi, başında Habîb-i Zîşân’ın (asm) olan fırka-i nâciye-yi kâmileye ilhâk et! Allahım! Resul-ü Ekrem (asm) Senden ne istemiş ise biz de istiyoruz, bize de ihsan eyle! Allahım! Resul-ü Ekrem (asm) Sana neyden sığınmış ise biz de sığınırız, bizi de muhafaza eyle! Âmîn! Âmîn! Âmîn!
Şimdi Hacerü'l-Esved'in karşısındayız. Başlıyoruz tavafa ve insan seline karışıyoruz. Rabbü'l-Âlemine hep birlikte ibadet ediyoruz. Kimimiz tavafta, kimimiz kıyamda, kimimiz rükuda, kimimiz secdede, kimimiz ellerini açmış yakarışta, kimimiz Kâbe'yi seyrediyor. Sanki insanlar ibadetin resm-i geçitinde.

26 Aralık 2010 Pazar

Çocuk kalbi

Ey insan! Tutunmak ister çocuk kalbi şefkatli bir elden. Tebessüm bekler ışıltılı bir gözden. Onun için yoktur kıymetlisi tatlı bir sözden. Çocuk kalbi sever en derin özden.
Allahım, bizi ve neslimizi çocuklarının kalbini imanla dolduranlardan eyle.. Âmin..

Şükrüne âciziz


Ey aziz! Bilirsin ki Allah'ın bize rahmeti, ihsanı, lütfu, keremi sonsuzdur. Bize her an teneffüsümüz için havayı vermiş, hayatımızı devam ettirelim diye. Gözümüze fer, yere ışık, semaya nur vermiş, zâhir âlemi temaşa edip Allah'ın güzel isimlerini tefekkür edelim diye. Ağzımıza dil koymuş, kendisini zikredelim, şükredelim, tesbih edelim diye. Bir de tat alma duygusunu koymuş, küçücük mizancıklar şeklinde; bize olan enva-i çeşit nimetlerini tadıp takdir ederek şükredelim diye.
Kulak vermiş iki tane, işitilen âlemdeki tecellileri duyalım diye.
İşte ey aziz! Başındaki ve vücudundaki bütün aza ve duyguları bunlara kıyas et ki başındaki ve vücudundaki ihsan ve lütufları gör. Bunları sana veren Rabbine şükret. 
Unutma ki sen câmisin, küllîsin. Şükrün de öyle olmalı. Fakat yine de bu kadar ihsana karşı hakkıyla şükürden de âcizsin.
Allahım, bizi ve neslimizi bütün azalarımızla Sana şükredenlerden eyle.. Âmin..

24 Aralık 2010 Cuma

Mutluyum, çünkü çocuğum var!

Ey insan! Çocuk aile ağacının meyvesidir. Hayatın bir neticesidir. Hem de ailenin mutluluğunun mühim bir kaynağıdır. O çocuğu İslam fıtratı üzere yetiştirmek anne ve babaya cihad sevabı kazandırır. Hem kendilerinin arkada bırakacakları belki de en mühim geçer sadakalarıdır.
Ailede mutluluğun mühim bir kaynağı çocuktur. Çocuk ile hayatın yükü hafifler. Hayat mana kazanır. Çekilen çileler hafifler. Ahirete giderken arkada dua edecek bir nefestir.
Allahım, bizi ve neslimizi çocuklarımız ile iki cihanda mutlu eyle.. Âmin..

23 Aralık 2010 Perşembe

Mesleğimiz elden mi gidiyor?

Bir memlekete tren gelmiş. Faytoncular telaş etmişler, mesleğimiz elden mi gidiyor? diye. Bakmışlar ki iş düşündüklerinin tersine gelişmiş. İnsanları şimendifere ulaştırmak için gece gündüz koşturmuşlar. Vazifeleri iki katına çıkmış. Bu da kendilerini memnun etmiş.
İşte iman ve Kur'ân hakikatlerini dünyaya neşretmek için çalışan siyah nurlarla yazan Nur talebelerini matbaa gelince, mesleğimiz elden mi gidiyor? diye bir endişe almış. Zira hakikatler artık matbuat eliyle neşre başlamış. Sonra Aziz Üstadlarının izahıyla işin hakikati anlaşılmış.
Belki neşir hizmeti artık matbaa ile yapılıyor, fakat bu hakikatleri öğrenen insanlara Kur'ân hattını öğretmek için vazifeleri iki katına çıkmış. Beş cihetle ibadetten istifadesini arttırmanın yanında hem kendilerini daha iyi yetiştirmenin hem matbu eserlere insanları taşımak ve yetiştirmek vazifeleri karşılarına çıkmış. Allah'a hududsuz şükürler diyerek mesrur olmuşlar.
Şimdi iki katlı bu vazifede koşturmak için gayret gösteriyorlar. Ne mutlu onlara!

22 Aralık 2010 Çarşamba

Evleniniz, çoğalınız!

Ve İnsanoğlu yaratıldı ve dünya gönderildi. Peki insanlar nasıl çoğalacaktı? Bu zahmetli iş nasıl aşılacaktı? İşte İlahî hikmet iki cinsi önce kalbî muhabbet dairesinde bir araya getirdi, ülfet verdi aralarına. Sonra erkeği kadına kadını erkeğe meylettirdi. Neslin devamı için bir ücret gerekiyordu, hayatın devamı için gereken gıdanın alınması için verilen ücret gibi, belki daha da fazla.
İşte bu muhabbet ve lezzetle yeni nesiller geldi dünyaya. Dünya insanla şenlendi. Bazen bazı arızalar çıktı, neslin önünü almak için, insanın kökünü dünyadan kazımak için.
Bu hastalık müslümanlara da bulaştı maalesef. Peygamber Efendimiz (asm): "Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben Kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." (Beyhakî, 7:81) "Sevimli, doğuma müsait kadınlarla evlenin" (Ebu Davud, Nikah, 2; İbn Mace, Nikah,1) buyurdu bu hastalığı tedavî etmek için.
"Hem fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin! Onları da sizi de biz rızıklandırırız. Şübhesiz onları öldürmek, büyük bir günahtır. (İsra, 31)" âyetiyle Allah, fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürenleri tokatladığı gibi çocuk olmasını engelleyenleri de tokatlamıyor mu sizce?
Sevimli ve doğuma istidadlı kadınla evlenmeyi emretti ve çoğalın dedi ki Arabcada çoğalmanın en azı üçtür, iki çoğalmak değildir ki kendi de yedi çocuk sahibi oldu.
Çoğalın derken bu çocukları öyle yetiştirin ki yarın mahşerde iftihar edeyim diyerek ümmetini teşvik etti hem çoğalmak hem de yetiştirmek için.
İlâhî! Bize ve neslimize nûrunla hayat ver!
Bizi ve neslimizi nûrunla yaşat! Ve o nûrunla öldür!
Ve bizi ve neslimizi, bize ihsânın olan nur-u nûrunla haşret! Lütfet! Kerem kıl!
Hatalarımızı ve seyyiâtımızı mağfiret eyle!
Ve bizi, başında Habîb-i Zîşân’ın (asm) olan fırka-i nâciye-yi kâmileye ilhâk et! Âmîn! Âmîn! Âmîn!

11 Aralık 2010 Cumartesi

Geçim zor mu?

İki kalb bulmuş birbirini, gayrinin var mı önemi? Nişanlılık tatlı da, değil mi evlilik dönemi?
Aşkını, şevkini ve muhabbetini paylaşmak en büyük ihtiyaç değil mi?
Elbette, bir kalb kısm-ı sanisinden ayrılmaz, muhabbeti bitmez, gençlik bitse, ihtiyarlık gelse bile.
Allah, bu iki kısım kalbin muhabbetine, tebessümene nazar-ı merhametle bakar.
Bu merhametle iki kalb arasında aşk ve şevk daima birbirine akar.
Aşk ve şevkin olduğu yerde geçim zor mu?
Aşık yarini hiç üzüntüde kor mu?
Allahım, bize ve neslimize geçim sıkıntısı çektirme.. Âmin..

İnsan milleti

Bakın, yokluk karanlıklarından büyük bir kervan, bir taife, bir millet çıkıyor vücud ve hayat meydanına. Kafile kafile yürüyorlar Bütün melekler bu varlığı seyrediyor. Hikmet çıkıyor karşılarına. Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir? diye ahvallerini anlamak ister.
Bu suale, insan milleti namına, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle cevabta bulundu: "Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re's-ül malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî'den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî'nin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'ân-ı Azimüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku! (İşaratü'l-İcaz)"
Allahım, bizi ve neslimizi insan milletine imamlar eyle.. Âmin..

9 Aralık 2010 Perşembe

Kadının kalesi çarşaf

Ey insan! Allah'a ve ahiret gününe iman eden kadınlar gözlerini haramdan sakınsınlar ki ırzlarını daha kolay koruyabilsinler. Başörtülerini boğazlarına dolayarak değil, yakalarının üzerine sarkıtmalılar ki zinetlerini saklayabilsinler. Zira zinetler şehveti olanların şehvetini kabartır ki onlara gösterilmemeli ve belli edilmemelidir.
Allah bu hususu bize şu âyetle haber verir: "Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar! Ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kendi kadınları (Müslüman kadınlar) veya sâhib oldukları câriyeleri veya (pek yaşlı olmakla) kadınlara karşı şehvetleri olmayan erkek hizmetçiler veya kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler!
Gizlemekte oldukları ziynetleri bilinsin diye ayaklarını (yere) vurmasınlar! Ey mü’minler! Hep birlikte Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz. (Nur, 31)"

Ey mü'min kadınlar! Dış örtü öyle olmalıdır ki bunu en iyi çarşaf karşılayabilmektedir, başla birlikte yüzün de bir kısmını örtmelidir. Bu tanınıp rahatsız edilmelerini önlemeye daha uygundur. Zira zarar vermek isteyen bir düşman tarafından tanınıp rahatsız edilme tehlikesi herzaman vardır.
Allah bu hususu bize şu âyetle haber verir: "Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (başlarını ve yüzlerini kapatacak şekilde) dış örtülerinden (çarşaflarından bir kısmıyla) üzerlerini örtsünler! Bu, onların (iffetli olarak) tanınıp da rahatsız edilmemeleri için daha yakındır (daha elverişlidir). Allah ise, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir. (Ahzab, 59)"

Dış elbiselerini yine zinetlerini gizlemek kaydıyla çıkarabilecek olan kadınlar, evlenmeden ümidini kesecek kadar ihtiyarlamış, acize ve yaşlı kadınlardır.
Allah bu hususu bize şu âyetle haber verir: "Artık evlenmeyi ümîd etmeyen (âcizlikten dolayı) oturmuş (kalmış, yaşlı) kadınların, ziynetlerini gösteren kimseler olmamak şartıyla, dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. Fakat (daha da) iffetli davranmak istemeleri kendileri için daha hayırlıdır. Çünki Allah, Semî‘ (her konuştuğunuzu işiten)dir, Alîm (kalblerinizde olanı hakkıyla bilen)dir. (Nur, 60)"

Allahım, bizi ve neslimizi gözünü, iffetini ve ırzını koruyanlardan eyle.. Âmin..

Hergün aşure olsun

Ey insan! Aşure günü Allah'ın insanlar için seçtiği günlerden bir gündür. Bu günü oruçlu geçirmeli, ibadet etmeli ve ihya etmelidir. Bu günün kıymetini anlamak için gelen rivayetleri dinlemek yeterlidir. O zaman insan her günün aşure olmasını arzu eder. Gelen rivayetlerin bir kısmı şöyledir:
"Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşûra günüdür. (Buhari, Müslim, Ebu Davud)"
"Aşûra gününü oruçla geçirene 100000 melek sevabı verilir. O gün ihlas suresini 1000 kere okuyana, Allahu Teala rahmet nazarı ile bakar ve o kişi sıddıklardan yazılır. (Nüzhetü'l-Mecalis)"
"Bir kimse, aşure günü bir kimsenin başını okşar ise o yetimin başındaki tüylerin sayısı kadar o kimsenin cennette derecesini arttırır. (Şiratü'l-İslam)"
"Bir kimse, aşure gecesi, oruçlu bir mümine iftar ziyafeti verir ise Muhammed ümmetinin tümüne iftar ziyafeti vermiş ve hepsinin karnını doyurmuş kadar olur. (Şiratü'l-İslam)"

"Her kim, aşure günü, malından bolca harcar ise Allahu Teala, senenin diğer günlerinde ona bolluk ihsan eyler. (Beyhaki)"
"Bir kimse, aşure gecesini ihya eder de; gündüzünü dâhi oruçlu geçirir ise ölüm acısını anlamadan ölür. (Gunyetü't-Talibin)"
Allahım, bizi ve neslimizi aşure gününü hakkıyla geçirip faziletine ermeyi nasib eyle.. Âmin..

8 Aralık 2010 Çarşamba

Sema nur dolu

Ey insan! Bak, Allah yeryüzünü canlılarla doldurmuş. Her yer yemyeşil, cıvıl cıvıl. Hayata münasebeti ve istidadı çok az olduğu halde, Allah topraktan bu kadar hayat ve ruh sahibi yaratmış.
Ey nefis! Bak, sema nur dolu, sanma boş.
O sema ki nur denizidir. Meleklerin ve ruhanîlerin memleketidir.
O nur dolu semadan melekler iner yere. Rahmet olan yağmur ve ışık, nur dolu semadan değil mi?
Allahım, bizi ve neslimizi nura layık eyle.. Âmin..
 

7 Aralık 2010 Salı

Âdiyat mu'cize-i kudrettir, Kur'ân yırtar perdeyi

Beyanı mucize olan Kur'ân, felsefenin âdet perdesi altında sakladığı, cahilce ve lakayd bir şekilde üstünde geçtiği şeylerin âdet ve ülfet perdesini beyanatıyla yırtar, o acib hakikatleri şuur sahiblerine açar, onların ibret nazarlarını çekerek akıllara tükenmez bir ilimler hazinesi açar.
Fesfese bu âdet perdesi altındaki mu'cize-i kudrete nazar etmez, ülfet ve âdet olarak bakar, geçer. Gözünü harikulâdelikten düşen, hılkatin intizamından çıkan, fıtratın kemalinden düşen nadir ferdlere dikkat eder, ibretlik diye insanlara takdim eder. 
İşte bu iki nazarı, yani Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ile felsefe hikmetinin mevcudata bakış farklılıklarını Bediüzzaman Hazretleri Onüçüncü Söz'de şöyle beyan eder:
"Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyân'ın bütün kâinattaki âdiyat nâmıyla yâdolunan, hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olan mevcûdât üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyânâtıyla yırtıp, o hakaik-i acîbeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mu'cizât-ı kudreti, âdet perdesi içinde saklayıp, câhilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız hârikulâdelikten düşen ve intizâm-ı hilkatten hurûc eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nâdir ferdleri nazar-ı dikkate arzeder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ: En câmi' bir mu'cize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâyakdlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden hurûc etmiş, üçayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ: En lâtif ve umumî bir mu'cize-i rahmet olan bütün yavruların hazine-i gaybdan muntâzam iâşelerini âdi görüp, küfran perdesini üstüne çeker. Fakat intizâmdan şüzuz etmiş, kabilesinden cüda olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iaşesini görür, ondan tecelli eden lütuf ve keremle hâzır balıkçıları ağlatmak ister (Hâşiye). (Haşiye): Amerika'da aynen bu vâkıa olmuştur.
İşte Kur’ân-ı Kerim'in ilim ve hikmet ve mârifet-i İlâhiyye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve mârifet-i Sâni' cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al! (Onüçüncü Söz)"
Allahım, bizi ve neslimizi Kur'ân'ın nazarıyla bakanlardan eyle.. Âmin..

Bizim için gurbet yoktur

Ey insan! Gurbet ellerde yalnız mıyız biz? Cennetten indirildik dünyaya bir geri dönmez miyiz?
Kalbimiz mahzun mu kalacak, gülmez miyiz biz? Dağlar, sahralar boş mu, görmez miyiz biz?
Evet, merhameti sonsuz bir Yaratıcımız var. Madem O var, öyleyse herşey var, dağlar, sahralar Allah'ın kullarıyla dolu; arz sema nur meleklerle dolu. Allah'ın nuruyla taşlar da ağaçlar da bir arkadaştır bizimle konuşur ve eğlendirir.
İşte bu manalar Risale-i Nur'dan bir alıntıdır. Bu manaların hakikî lafızları şöyledir: "Madem Rahîm bir Hâlikımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için herşey var Madem O var, melâikeleri de var Öyle ise bu dünya boş değil; hâli dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakk'ın ibâdıyla doludur Zîşuur ibadından başka, O'nun nuruyla, O'nun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mûnis arkadaş hükmüne geçer Lisan-ı hâl ile bizim ile konuşabilirler ve eğlendirirler. (Lemalar)"
Allahım, bizi ve neslimizi Sana yakınlıktan ayırma.. Âmin..

6 Aralık 2010 Pazartesi

Allah'ın ayı Muharrem ve Aşure

Ayların ilki, Allah'ın ayı Muharrem. Öyle tavsif ediyor Peygamber Efendimiz (asm). 
Onunla başlıyor sene, 1 Muharrem. Allah kıymet vermiş bu aya. Mühim hadiselerin içinde cereyan ettiği bir ay. Aşure, 10 Muharrem. Nice felahlar ve helaklar aşurede vuku bulmuş.
Arz ve sema bugünde yaratılmış.
Hz. Adem bugün kavuş 300 sene ayrı kaldığı Hz. Havva'ya, tevbesi kabul edilerek.
Hz. Musa Firavun'un şerrinde kurtulmuş, Firavun helak edilerek.
Hz. İbrahim bugün dünyaya gelmiş, hem de Nemrud'un ateşinden kurtulmuş.
Hz. Eyyüb şifa bulmuş yaralarından bugünde.
Hz. Yunus balık karnından bugün selamete ermiş.
Hz. Süleyman'a bugün saltanat ihsan edilmiş.
Hz. Nuh'un gemisi Cudi'ye bugün oturmuş.
Hz. Hüseyin bugün şehid edilmiş Kerbela'da.
Daha nice hadisele bugünde olmaya namzed.
Ve kıyamet bugün kopacak.
Peygamber Efendimiz (asm) Muharrem ayının faziletini bize şöyle haber verir: "Ramazan ayından sonra en fazîletli oruç ayı, Allah’ın ayı olan Muharrem ayıdır. (Ebû Dâvud)"
Allahım, bizim ve neslimizim Muharrem ayında istifademizi ziyade eyle.. Âmin..

Hicrettir dönüm noktası

Tarih 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622. İnsanlık belki de bir dönüm noktasını yaşıyor. İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (asm), memleketi Mekke'den çok çetin baskıların neticesinde hicret ediyor, yeni şehri Medine'ye. Yanında ikiden biri olan Hz. Ebubekir (ra) var, birlikte yol alıyorlar Kuba'ya doğru. Daha önce arkadaşlarını gönderdi muhtelif memleketlere. Şimdi kendisi de hicret ediyor İlahî izinle.
Kuba'ya geliyorlar sadık arkadaşı ile. Burada bir müddet kalıyor ve mescid inşa ediyor. 
Bugünü tarih sayfalarına vesika olarak düşüyor.
Hicretten 17 sene sonra Hz. Ömer (ra) zamanında hicret senesi 1. sene ve 1 Muharrem sene-i devriyesi (yılbaşı) olmak üzere Hicrî Takvim olarak kabul ediliyor ki ayın dünya etrafındaki donanımı esas alınıyor ve 355 gündür.

5 Aralık 2010 Pazar

Ezber evhamı bozar

Ey insan! Kur'ân hâfızların gönüllerine nakşoldu. Öyle nakşoldu ki onları "Muhakkak ki o Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik ve muhakkak onu koruyucu olanlar da elbette biziz! (Hicr, 9)" âyetine mazhar eyledi ve onlara yüksek bir rütbeyi kazandırdı.
İnsanın belki de en önemli varlığı gönlüdür. Gönül dünyası güzel olanlar, hayata hep güzel bakarlar, güzel görürler. İşte ezber, gönül mahzeninin defineleridir. Öyleyse bu mahzene mücevver kıymetinde olan iman ve Kur'ân hakikatleriyle doldurmalıdır. Böyle bir gönülde hakikatlar saklamalıdır. Böylece gönül iman ve Kur'ân hakikatlerinin zarfı ve mahzeni olur. 
İman ve Kur'ân hakikatlerini Kur'ân harfleriyle yazan bir âlimin yüz şehid sevabı alacağı rivayetlerde geliyor. Ve Bediüzzaman Hazretleri bu hadisin bir nüktesini "Yazı Mektubu"nda tefsir ediyor, açıklıyor. 
Siyah nur ile yazılan bu hakikatler en başta yazan şahsın anlayışına hitab ediyor. Okumakla elde edilen istifadeyi belki ona katlıyor.
Bu istifade cihetini nazara aldığımızda ezber yazının önüne geçiyor. Satırda ve hatırdaki hakikatler gönüle nakşoluyor, kişinin iç dünyasını ve manevî hayatını ıslah ve terbiye ediyor. Kalbine gelen evhamları bozuyor. Hakikatler gönül dünyasına güneş gibi doğuyor, akıl ve kalb bu hakikatlerden meşguliyetine göre ziyadesiyle istifade ediyor.
Allahım, bizim ve neslimizin hakikatlerin ezber ve yazılmasında hissesini ziyade eyle.. Âmin..

Allah bütün kusurlardan uzaktır

Ey insan! Bak kâinata, Rahman nasıl da tabaka tabaka yaratmış. Yedi tabaka sema, nur yıldızlarla süslenmiş. Zemin kat be kat, nebatat ve hayvanat gömleği giydirilmiş. Bahar milyarlar çiçekleri olan bir saksı gibi insana edilen enva-i çeşit nimetlerle dolu muazzam sofrayı süslüyor. Zemin yazın yeşil elbisesini giyerken, kışın beyaz çarşafına bürünüyor. Gündüz bütün canlıların erzakı ve tayinatı dağıtılırken gece istirahat veriliyor. İnek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar insana süt veriyor, arı ballı peteğini takdim ediyor, ipek böceği ipek kumaşını sunuyor. Aslan, kartal gibi hayvanlar leşlerin cenazelerini kaldırıyor, enkazını yerde bırakmıyor.
Ve hâkeza, nereye baksak mükemmel bir faaliyet görüyoruz, ne bir kusur var, ne bir çatlak. 
Allah bize bu hususu şu âyetle haber veriyor: "O ki, yedi göğü tabaka tabaka (birbiriyle âhenkli) olarak yarattı. Rahmân (olan Allah)’ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin! Haydi gözü(nü) çevir (de bir bak), hiçbir çatlak görecek misin? Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir (ve yine bak); o göz (aradığı kusûru bulamadan) zelil ve bitkin bir hâlde sana dönecektir! (Mülk, 3-4)"
Allahım, bizi ve neslimizi marifetinde tam kemale erdir.. Âmin..

4 Aralık 2010 Cumartesi

İnsanlığın yıldızları

Ey insan! Kâinatın en mükemmel meyvesi olan insan, nice devirler gördü şu dünyaya gönderildi gönderileli.
Hz. Âdem (as) ile başladı insanlık ve risalet. Sonra Kabil ile başladı günaha cesaret. İnsan zanneti ki sadece bu dünya var, daldı nefsanî arzularının peşinden. 
Allah merhamet etti insana gönderdi peygamber. Tekrar kulluk için geldiğini anladı insan. Sonra yine unuttu insanlığını, kulluğunu. Tufan gördü, âsiler boğuldu, inananlar Hz. Nuh (as) ile erdi selamete. 
Derken Hz. İbrahim (as), Hz. Musa ve teselliciyi müjdeleyici Hz. İsa (as) geldi. Ve bir fetret devri yaşadı insanlık âhirzaman Peygamber'ine (asm) kadar. 
Şimdi insanlık saadet asrının nuruyla hayat buluyor ve kıyamete kadar da devam edecek inşaallah. O Peygamber ki (asm) yüz bini aşan talebe yetiştirdi, İslâm âlemine hem birer yıldız hem hamele eyledi, biz Müslümanlara numune bıraktı. Onlarla öyle hemhal oldu ki hakikî kardeşlikleri miras kaldı bizlere.
Onlar Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Abdurrahman bin Avf, Talha bin Zübeyr, Bilal, İbn-i Abbas vesair oldular. Onlar ki küllî kemalatta geceçek yoktur. İslâm'da ilk saf ve şeref onlarındır.
Allah onlardan ebeden razı olsun. Bizleri şefaatlerine mazhar eylesin.
Allahım, bizi ve neslimizi insanlığın yıldızlarını takib edenlerden eyle.. Âmin..

Kulluğun manasının esası

Ey insan! Sanma iyiyim, kemal sahibiyim. İyi ve kemal sahibi olmak, ancak kusurunu görmek, aczini ve fakrını anlamak ve zillet ile İlahî dergâha sığınmak ile olur. Bunlar kulluğun manasının esasıdır.
Kusurunu görmeyen, aczini ve fakrını anlamayan ve zillet ile İlahî dergâha sığınmayan kendini iyi ve kemal sahibi bilse mağrur olur, âsi olur, şaki olur.
Gel nefsim ve arkadaşım, bu hakikati Bedîüzzaman Hazretlerinden ders alalım. Bak ne diyor: “Ubûdiyet vaktinde dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubûdiyetin esası olan: "Kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek" noktalarından geliyor ki; o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyâde bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü sena etse, beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sâhib-i kemâlim. (Mektubat, 119)"
Allahım, bizi ve neslimizi kulluğun manasına vakıf olanlardan eyle.. Âmin..

3 Aralık 2010 Cuma

Gözlerin nasibi

Ey insan! İnsanın her bir azasının ibadetten bir nasibi olduğu gibi gözün de nasibi vardır. Bu nasibi Peygamber Efendimiz (asm) vermemizi bizden şöyle ister: “Gözlerinize ibadetten nasîbini veriniz!” Bunun üzerine “Gözlerin nasîbi nedir, ey Allah’ın Resûlü?” diye Sahabe Efendilerimiz sorunca Resûlullah (asm): “Mushaf’a bakmak, O'ndakileri düşünmek ve inceliklerinden ibret almaktır. (Süyûtî, I, 39)" buyurmaktadır.
Allahım, bizi ve neslimizi bütün azalarımıza ibadetten nasibini verenlerden eyle.. Âmin..


İlahî aşka bir adım

Ey insan! Aşk, İlahî aşka bir adım daha yaklaşmakmış. Aşk, başka bir kalbde aşkı bulup İlahî aşka ulaşmakmış.
Aşk, bütün muhabbetleri birde toplamakmış, bir ile kâinata bakmakmış. 
Maşuktan gelen bir mesaj kalbi müteesir eder, titretir. Ruhunu hasret duyguları sarar.
Öyle de aşk-ı hakikîden gelen bir mesaj, bir âyet ilelebed kalbi meczub eyler, ruh ebed tarafına uzanır, inkişaf eder. Cennette ulaşır Cemal-i İlahîye. Öyle bir nura gark olur ki kasrında bekleyen hanım ve hurileri tanımaz olur nur cemalini.
Allahım, bizi ve neslimizi İlahî aşkına mazhar eyle.. Âmin..

Çalışmak namaz ve niyetle ibadettir

Ey insan! İnsan ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı olan namaza koşarak gitmeli, bütün meşgalesi oymuş gibi onda kalmalıdır.
O zaman cisme olan kuş gibi ağırlığı da göze görünmez. İnsan bu işten elbette geri durmaz. 
Günde beş defa bu güzel işle meşgul olanın diğer mübah işleri de güzel bir niyetle ibadet olur. O güzel niyet ise mübah işlerde sünneti takib edip riayet etmektir. Böylece namaz ve sünnete tabi olmakla çalışmak ibadet olur, bütün ömür ahirete mal olur, fani ömür beka kazanır.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususu bize şöyle ifade eder: "Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder. (Sözler)"
Allahım, bizi ve neslimizi daima namazı kılıp mübah işlerde sünnete tabi olanlardan eyle.. Âmin..

Namaz hayatı kurtarır

Ey insan! Namaz İlahî adalete bir vesiledir. İnsanın İlahî adaletin kanunlarına itaat etmesi ve Allah'ın koyduğu nizama uyması esastır. İşte namaz bu esasın yegane vesilesidir. Namaz, insanın kalbinde İlahî azameti sabitleyip devam ettirerek ona İlahî adaletin kanununa yönlendirir.
İnsan medenî bir varlıktır. Bu cihetle o İlahî kanuna şahsî ve ictimaî hayatını kurtarmak için muhtactır. Namaz  insanın hayatını yaşanacak hale getirir ve kurtarır.
Namaz vesilesine riayet etmeyen veya tembellikle namazı bırakan veyahut kıymetini bilmeyen cehaletin zirvesindedir. Son derece zarar eder, bunu işin sonunda anlar, fakat iş işten geçer.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususu bize şöyle ifade eder: "Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbânîye imtisal ettirmek için yegâne İlahî bir vesiledir. Zaten insan medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlahîye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tenbellikle namazı terkeden veyahut kıymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhare anlar, ama iş işten geçer. (İşaratü'l-İ'caz)"
Allahım, bizi ve neslimizi namaza azamî derecede riayet edenlerden eyle.. Âmin..

2 Aralık 2010 Perşembe

Namazın miracındır

Ey insan! otur tahiyyata dağlar gibi. Seyret mirac sohbetini ağlar gibi.
Bak Peygamber kab-ı kavseynde, mümkün ile vücubun teğetinde. Zaman durmuş. Varmış İlahî huzura, Rahman'a hediyelerle, tahiyyelerle girmiş. Selam yerinde "Ettehıyyâtü el mübârakâtüh ve's-salevâtü ve't-tayyibât" demiş. Öyle bir hediye ki bütün mevcüdatın tahiyyeleri, ibadetleri, hayatlarının gayeleri içinde. Hayat sahiblerinin hediyeleri sunuluyor Rahman'a "ettehıyyâtü" ile. Sonra hayat sahiblerinin neticeleri olan çekirdekler, tohumlar, yumurtalar gibi mübarek şeylerin hediyeleri takdim ediliyor Rahmanü'r-Rahim'e "el-mübarakâtüh" ile.
Sıra ruh sahiblerinin hususî ibadetlerinde, o da sunulur Rabbü'l-Âlemine "es-salevâtü" ile. Şimdi hediyelerin en büyüğü sırada, kâmil insanların ve mukarrib meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri takdim edildi Sahib-i İsm-i Azama "et-tayyibât" ile.
İşte ey müslüman, sen de tahiyyata oturduğunda dağlar gibi, sun âlemindeki mevcüdatın kıymetli ibadetlerini, hediyelerini Rabb-i Rahimine kendi hediyen olarak. Unutma, sen bunun için yaratıldın. Külli bir ibadeti takdim ediyorsun Sahib-i İsm-i Azam'a.
Miracın sohbetini hatırla ki senin de namazın küllileşsin, miracın manasını ifade edebilsin.
Bu manalar 6. Şua'dan iktibastır. Bir nevi şerhtir.
Allahım, bizi ve neslimizi namaz miracında daim eyle.. Âmin..

1 Aralık 2010 Çarşamba

Huzur ihlası kazandırır

Ey insan! İnsan, bu âlemi ve kâinatı göz, kulak, dil, akıl, kalb gibi maddi ve manevi duygularıyla tefekkür eder. Mana-yı harfi ile eşyayı okur ve Rabbisinin heryerde hazır ve nazır olduğunu fark eder, tahkikî bir imanı elde eder.
Tahkikî imanın verdiği nazar ve meleke ile huzur kazanır, riyadan kurtulup ihlası kazanır. İşte Bediüzzaman Hazretleri bu huzur ve ihlası şöyle bizlere izah eder:
"İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeât ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîmin hazır, nâzır olduğunu düşünüp, Ondan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır. (Lemalar)"
Allahım, bizi ve neslimizi tahkikî imanı elde edenlerden eyle.. Âmin..

Tesbih elinde kalbi hüşyar

Ey insan! Huşu ile kılınan bir namazın arkasına büyük bir cemaatin içinde kendini fark edip tesbih elinde kalbi hüşyar ve uyanık olarak huşuun miracına çıkmak ne güzeldir, bir sahabe gibi, Bediüzzaman Hazretleri gibi. 
Nasıl olduğunu ve olması gerektiğini Bediüzzaman Hazretleri'nden dinleyelim ve biz de o mana denizine dalalım: "Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra Sübhânallah Sübhânallah deyip tesbihi çekerken o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle Sübhânallah Sübhânallah der.
Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle ona ittibaen Elhamdülillâh Elhamdülillâh dediği vakit o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin Elhamdülillâh Elhamdülillâh'larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde Elhamdülillâh ile iştirak eder ve hâkezâ Allahu Ekber Allahu Ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup (Milyon kere salât ile milyon kere selam Senin üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü.) der diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm.  (Kastmonu Lahikası)"

Allahım, bizi ve neslimizi kalbi hüşyar olarak bu manalara gark eyle.. Âmin..

Namazda duyguların zevk alması

"Namazımı huşu ile kılmak istiyorum, ama bir türlü muvaffak olamıyorum; vesveselerle huzurum bozuluyor, zevk alamıyorum" diyen adama Bediüzzaman Hazretleri bu halin çaresini şöyle gösterir: "Vaktin evvelinde, Kabe`yi hayalen nazara almakla namaz kılmak menduptur ki, birbirine giren daireler gibi, Beytin etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyti ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-i uzmaya (büyük cemaate) dahil olsun ki, o cemaatin icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve herbir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun. Mesela namaz kılan elhamdülillah dediği zaman, sanki o cemaat-i uzmayı teşkil eden bütün mü`minler, `Evet, doğru söyledin` diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı, manevî bir kalkan vazifesini görür ve aynı zamanda, bütün hasletleri, latifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar." (Mesnevi-i Nuriye)"
Allahım, bizi ve neslimizi daima Bediüzzamanî bir şekilde namaz kılmayı nasib eyle.. Âmin..